Gökkkubede hangi ananın sancısı yankılanıyor

sünGü: mezaR başIna diKilen işaRet sIrığı
Göğsümü yırtıp sana yükselen
Hıçkırıkları topluyorum eteğinden gök!
Bir sarı sabah dalıveriyor
Kollarında siyaha
İyot kokulu denizi yıkıyor şehir suyunla
Terimi sokaklara yayıyor telaşım
Ter imi saklıyor sıcağında
Bin yıllık güvercin telaşım
İlmekleri söküyor annem, yine
ağlıyor yün yumak
Ne vakit seni dirilsem
Adın ayrılık oluyor.
e l i f n u r a y
Denizsuyukasesi-33
"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizdeki şeytan yok... İçimizdeki aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..." Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.
(Arka Kapaktan)
Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan 'da (1940), İkinci Dünya Savaşı eşiğinde, Türkiye'de, aydınların dünyasını, üniversite ve basın çevresini, siyasal ve toplumsal kavgaları anlatıyor ve özellikle ırkçılığı yeriyor.
altı çizilenler:
"...içimizde, bizim 'ahlak' tarafımızda hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir 'hesabi' tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu." (s.22)
"...zaten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup söylemek arzusuyla yandığım bir tek şey: O da sizi sevdiğim. Bunun dünyanın teşekkülünden beri kaç milyar defa tekrar edildiğini unutmuyorum, fakat siz söyleyin, canlılığndan bir şey kaybetmiş mi? Kainatta hiçbir mevcudun olamayacağı kadar taze ve olgun değil mi?... Bu öyle bir kelime ki, doğuyor ve doğuşuyla beraber kemali de içinde getiriyor. Sizi seviyorum... Başka ne söyleyeyim?" (s.84)
"Hiçbir insan seven bir insanın karşısında alakasız olamaz." (s.85)
"Hamakat(ahmaklık) sade ahmaklara değil, akıllı olduklarını sananlara da hükmediyor!" (s.96)
"- Aferin evlat iyi etmişsin! Sonra zamanını da iyi intihap ettin(seçtin). Maalesef seni boş çeviremeyeceğim. Mademki iki esnaf karşı karşıyayız, açıkça konuşalım.. Dün gelsen metelik alamazdın, seni tekme ile kovardım. Yarın gelsen beni bulamayacaktın. Şeytan sana fısıldamş heralde... Mübarek olsun... Ben bu ise daha fazla dayanamayacağım... Bir nihayet vermek lazım... Bu sabah kararımı verdim. Kasada epeyce para var, bir miktarını, daha doğrusu yüklenebildiğim kadarını alıp eve çoluk çocuğun nafakası olarak bırakacak, ondan sonra da başımı alıp gidecektim. Şeytan nereye cağırırsa oraya. Bu dünyada başka türlü olmak neye yarar? Dünyayı bizim kayınbirader gibi adamlar istila etmiş... Benim gibi bir acizin debelenmesi fayda verir mi? Bes çocukla bir karıyı süründürmeye ne hakkım var... Sen şimdi bu sözlerinle benim kararımı takviye ettin... Sana teşekkür borçluyum evlat... Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri olsa bu sen olurdun ve şimdi buraya gelinceye kadar içimde bir şüphe vardı. Şu kainatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha teşekkür ederim. Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın. Ben de kendimi, adam tanır birşey zannederdim. Senin suratına bakınca melanet dolu ruhunu göreceğime yüreği çarpan bir insan görüyordum. Nah, bunak kafa... Al şu iki yuz elli lirayi, beni kimseye ihbar etme. Yarına kadar sükut hakkı olarak veriyorum. Ondan sonra israfil'in borusunu al eflake ilan et... Vecibtaala polis olup gelse beni bulamayacak. Yalnız senden bir ricam var... Namusuna guvenerek istemiyorum. Kendin için de faydası yoktur, belki zararı olur da ondan söylüyorum: paraları alıp eve verdiğimi ağzından kaçırma... Nereden biliyorsun diye belki seni de işin içine karıştırırlar... Merhametten değil, ihtiyaten sus... Şimdi arabanı çek... Namussuz insan suratı seyretmek istemiyorum. Kendim kendime yeterim... durma... defol!..." (s.194)
"En korkunç yalan da budur: Kendimize karşı bile kullanacak kadar pençesine düştüğümüz bu derin ve gizli yalan..." (s.210)
"...İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır." (s.210)
"Seni niçin sevdiğimi bir türlü bilmiyordum. Huylarını, yaptığın işleri, beğenmiyordum demeyeyim, fakat anlamıyordum. Sen de benim birçok şeylerimi anlamadığını inkar edemezsin. Böyle olduğu halde nasıl garip bir kuvvet bizi birbirimize bu kadar sağlam bağlamıştı? İlk andan itibaren tamamıyla başka dünyaların insanları olduğumuzu anladığım halde beni burada tutan ve seni gördüğüm zaman içimi sevinçle dolduran neydi? Acaba şu senin her zaman bahsettiğin ve her hareketinin kabahatini kendisine yüklediğin şeytan mı? Son günlerde ben de bundan korkmaya başladım. Şimdiye kadar daima, düşünüp doğru bulduğum şeyleri yapmaya alışmıştım...Bu sefer hiçbir doğru ve akıllıca tarafını bulamadığım bu hayata beni bağlayan kuvvetin, içimde saklı bir şeytan olması sahiden mümkündü. Bu ihtimal beni adamakıllı telaşa düşürdü. Hayatta kendi düşüncelerim ve kararlarımdan başka birtakım kuvvetlerin emri altına girmek asla tahammül edemeyeceğim bir şeydi. Aynı zamanda, seninle beraber bulunduğum müddetçe, nedense irademi kullanamadığımı gördüm. Sana, senin iradene tabi olmak bana ağır gelmezdi, fakat aramızda hiç olmasa en küçük bir müşterek nokta bulunması, yaptıklarından hiç olmazsa bir kısmını benim de doğru ve iyi bulmam lazımdı. Kendi kendime hiçbir zaman yapamayacağım şeyleri, sırf bilmediğim bir kuvvete tabi olmak yüzünden, boyuna tekrar etmek beni düşündürdü ve nihayet, aylardan beri kaçtığım bu kararı verdirdi." (s.239-240)
"Ben sana rehber değil, ancak yoldaş olabilirdim, fakat yolu ikimiz de bilmiyorduk ve birbirimize yük olmaktan, birbirimizi şaşırtmaktan başka birşey elimizden gelmiyordu." (s.241)
"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir." (s.262)
I.
bir büyücünün kapısına yüzüklerimi bıraktım
kelebeklerle örttüm ağzımı
koptum gecelerden / salıncak iplerinde
parmaklarımı unuttum, rabbin sızdığı garip çatlakta durdum.
ne ettiysem varamadım ilk hâlime. çürüdü tenim,
döküldüm mermer yalnızlıktan. uzandım kantaşına,
söz değildi bildiğim: ölü bir kuş düşmüş kuyuya
kesilen yerlerimde mavi rüyâ / ne yapsam kandil ile fitil
nâr bahçelerinde çağırdım ilk sesi, olmadı duyan
ey bebeklerin kardeşi, kimin içindir egemenlik ve heybet
etime kaynayan lastik topuk ve kepenklerini açmayan deniz:
parmak boğumlarımda her gün yeni bir su.
kesik bir bilek, susmak yerine ellerin
II.
karıncalara açık sofralar bıraktım: inilti ve sütun
çıplak omuzlarıma saçlarından şahmerânlar indi: lânet ve kabuk
çıldırdı göğüs kafesime sakladığım leylâ: aşk ve kurşun
sahipsiz bir ırmak taşar artık: kimin umurunda?
her gün toprağı öpmekten yeşerdi dudakları bir kadının
yağmur yağdı, üşüdü îtirâflar
düştüm sözcüklerden / daraldı bütün boşluklar
tılsım ve hamâil kudurdu kiremit kovalarda
asmalara elbise diye dikilen zehir, pıhtımda bir ağrı bıraktı
kalbime giren sıcak hançer anneme uzak sur.
beni de kovdu huzûr, unuttum o dilsiz geçmişi
III.
durduk yerde avlu... şaşırdım yüzüme giden yolu: âh!
nadasa bırakılmış güvercinler kime rahmet okur
kan ve tuz diyor rastladığım bütün aynalar: su ve kan
ter ve su: su ve tuz / yaralarımda pelür bir kabukla uykuya daldım
ses dinmez: kan ve tuz
tuz ve kan
su ve su...
kimindir bu ilk ses: akbaba ve minnet, kına ve damar. ar!
IV.
yankılanan bir çöl seferidir
buzlu camlar ardında kalarak eskiyen taşlardan habersiz.
denize çizdiğim ayak izleri,
kırıldığı yerden kanayan kenevir,
kumral bir kol saatiyle büyüyen rüyâ,
su yerine tırnaklarını taşıyan gözlerim.
eşiklere mum eriyiklerinden bırakıyorum mahcup sözleri
-yemîn ve su aynalara yeni boşluklar bırakır-
hikâye:
saçları çilingir olan sevgilimin kapısındayım
aynalara gömülen bir yüzümle
sus artık diyorlar.
gözlerim trahom sancılarından geçiyor
İbrahim Halil Baran
(Sular Divanı'ndan)
“Öyle müthiş bir yalnızlık ki üzerinde şehrin”,
Gövherler ile raksı terk etmiş gibi gök kubbe.
Ah altına gözlerinin halkalar inen kadın;
Kırmızı saçların mıydı düş yangınlara hibe?
Sellere kementler vuran üstâd; eziliyorum,
Gösterdikçe kendini o meftun yükü derdimin!
Bir ahmaklık ki bollukla türüyor; kâh diyorum
Tenhada yaksa mıydım günahını gözlerimin…
Sokak itleri silkinir çamurundan, hırlayıp
Bezgin başları taşır ortasında iki omuz.
Dağlardan bir ses! Nasıl da eriyor yankılanıp…
Şah damardan ısırdı beşeri bir asil kuduz!
elif nuray
onaltıkırkbeş, 22
"dilini unutmuş bir ezberim şimdi, ezberini unutmuş bir leyli"
gezdim karanlığını.
bildim ki benim de gözlerim bir kavanoza hapsedilmiş. fağfur. etraftaki tüm bedenler saydam, raks içinde ayazla.
-af dileği, bir günahın parçasından kopmuş gri bir yıldızın kendi katline razı ola ola kaymasıdır-
şehir karnını içine çekiyor ifritini saklayabilecekmiş gibi. bin yılda tek olur. sonra kırılır bütün sesler. ve yeryüzündeki bütün kelebekler hapsedildikleri kuyunun içinde ağırlar fağfur kavanozu.
sezdim aralığını.
bildim ki gülüşü güldendir güzün ve ağırdır artık yüklendiği o ziyadesiyle yorgun hüzün... şimdi kendimi eksilterek arıyorum ezheri... heybemde gün ve ah, dilimde aman!
-yara düşmek bir boşluğun kendini artırmasıdır ihtiyatla-
"ya derdime ferman, ya katlime derman!"
ruhumdan çalınan mutebessim hali... ve dahi bu karartma seferleri...
dört nala sürülen ölü atları... çanak çömlek patlatan çocukların kir pas ellerini...
teni.. tini..kini..sini..ini..
dünyanın korktuğu yalnızlığın içine salıyorum derunumdan sildiklerini.
tırnaklarımdan yeryüzüne sarkan bu kırmızılar, hükümsüz gezen dilazara başımın gözümün sadakasıdır!
-sıyırın harflerden şiirleri !
_________________
...
Bir çölün sabrı ancak devası yarasına ilikli bir kadının kalbinde eş bulur. Sabır bir kere kana karışmışsa, bu, tehlikeli bir virüsü sevgiyle ve umutla beslemek demektir.
...