Bir ömür yetmez-elif nuray

Author: ezelmai /


DİLKÜŞA’NIN KALBİ

Author: ezelmai /




Kadın ve Yara, Yara ve Giz, Giz ve Mahrem, Mahrem ve Mim!


Bir kitap, okunup bittiği vakit geride aşk ile yıkanmış bir beyin ve cümlelerden helâk olmuş bir kalp bırakıyorsa, iyidir. O kitap bir şiir kitabıysa eğer, çok iyidir. İşte Dilküşa, o kitaplar arasında liste başlarına yazılabileceklerden biri. Ve Arzu Eşbah, kitabı okuyanlarda meydana gelen kalp sarsıntılarının yegâne müsebbibi. İlk kitabı olan “Adalet Hanım’ın Düşleri” nden sonra, bile bile yangına yürümek gibi bir şeydi Dilküşa’nın içinde gezinmek. Bu sebeple, “sırrı ifşa muteber değildir yâre semah eden nefsinde” diyen şaire inat, sırrı ve yangını ifşaya soyunduk. Tende duyulacak ateşe hamd ederek!


“kadın ve giz”  ile başlıyor Dilküşa. Kitaptaki bazı şiirlerin yerleri gibi, bu şiirin en başta olması da tesadüf değil. Bir önsöz yazılmış gibi bu şiirle.“kadın ve giz”,  kadın’a ve yara’ya bismillah’ı üflemiş. Sanki Fatih Yavuz Çiçek’in Diyet isimli şiirindeki “biline ki artık vasiyetimdir/ omurgam göğün şahnâmesine önsöz diye yazılsın”  dizesi Arzu Hanım’ın kulağına üflenmiş de, o da bu şiirle başlamış göğün şahnâmesini işlemeye. Satır araları kurcalandığında görülüyor ki; şair bir yandan kabuklara düşmanlığını ilan ederek yara açık kalsın istiyorken, öte yandan yâre serzenişle yaradan yorgunluğu da imliyor. Zira Eşbah’ın da yarasını sevmeye başlayan kadınlardan olduğunu anladığınızda, bir alaz sizi çoktan sarmış oluyor. Dizelerden öğreniyoruz, şair için mühim olan Leyla olmak değil, çizgilerine hasret nakşedilmiş bir alna yazgı olmak. İşte bu, belki de kitabın tamamındaki şiirleri sedef halkalarla birbirine bağlıyor. Kadın ve yara, yara ve giz, giz ve mahrem, mahrem ve mim!

Dilküşa’nın ilk ve son şiirleri arasındaki bağ dikkat çekici. İlkinde “nasıl da razıydım vakıf olmaya sırrınıza” ile teslimiyet sınırında naifçe gezinirken, son şiir olan “muamma küşa” da ,
“ezberliyorum sırrınızı iki göğsümle” dizesi, bize bu gizdeki düğümü işaret ediyor. Kitabın tamamı bir sır üzerine kurulu. Ve ırmak asıl satır arası geçişlerde çağıldıyor. “kadın ve giz” deki dingin ve kırılgan ses, sanki kitaptaki kırk beş şiir boyunca kırk beş kere bilenip, “muamma küşa” da yerini baş kaldıran bir yara tahammülüne bırakıyor.

İşte tam da burada, Dilküşa’da hüküm süren yara ve kabuk ilişkisine dair dizeler kendini hatırlatıyor:

“geç kapanırmış güya derin yaralar/ zira bizim de kabuklara düşmanlığımız aşikar”(kadın ve giz)

“iyi bilirim satırların uzadıkça/ yaranın kabuğa nasıl da yaslandığını”
“yarayı kabuktan ayırdık. dağlamadık. uzak olsun şifa.”
 “yaralarımdan uzun uzun soyunacağım, yine de kabuğu farket”
“ve yarasına biat etmeli bütün kadınlarım/ münzevi tenlerinde edep ve neş’e”
“kucaklamayınca birbirini kabuk ve yara/ saldırgan bir not gibi düşüyor ihanet”

“ezberliyorum sırrınızı iki göğsümle
ateşi canlı tutmalı diyorum soldaki
diğeri uzak kabuktan yarayı”  (muamma küşa)

 Ne gariptir ki, ilk şiirden başlayan kabuğa düşmanlık, son şiirde de bunu koruyor ve bize muazzam bir ‘yaraya sadakat’ timsali sunuyor. Belli ki Dilküşa açık unutulmuş bir yaranın renginden besleniyor…

Eşbah’ın, hem mesleği, hem de Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev yapmış olması, şiirlerinde işlediği “kadın”ı önemli bir sembol haline getiriyor. Öyle ki, dizelerde geçen “içindeki kadını kucaklama” hali belki de hem kalbine hem bilinçaltına sağlamca yerleşmiş bir kadın sorunsalından ileri geliyor. “lanetliyorum sana kıyan töreyi” dizesi ile merhamet ve öfkenin nasıl da ustalıkla yoğrulduğunu görebiliyoruz. Ülkede “kadın”a yapılan tüm haksızlıklara karşı yükselen seslerin yanında, tek başına Dilküşa tüm heceleriyle birlikte adeta bir başkaldırıdır. Nitekim, “gözlerim devasa bir direnişin ön sözüdür benim” dizesiyle bu savı doğruluyor şair. Satır aralarını dikkatle gezdikçe farkına varıyoruz ki; Adalet Hanım’ın merhametlice yükselen bu başkaldırısı, kitabın neredeyse tamamını kaplayan “yara”yı da içine alıyor. Yani Dilküşa’nın kalbinin ana damarlarından biri de “kadın ve yara” ikilisinden oluşuyor. İşte o ana damarı ve başkaldırıyı örnekleyen dizelerden bazıları:


“kadınlığımın çeperini yaraladım/ bağışlama beni ey tanrım”
“hıdırellez gecelerinde sessizliğini dinliyor bir kadın”
“suçsuz bir kadın daha asılıyor yazıtların gölgesinde”
“kadınlarım eşkâllerini terk ediyor”
“mısralara sıralanıyor lâl kadınlar”
“bir kadından bir anadan hevesle çoğaldık telveye”
“ve şimdi daha da kadın içimdeki bütün münzevi arzular”

“durmayın yadırgayın düşlerimi/kırılan direnişi yargılayın/ yargılayın beni”
“hızla yaklaşırken kırkıma aşkı reddediyorum ey ruhum/ bir de ölümü bu fasılda”
“kirlendim ve aklandım. /c/aymadım/ kutsandım mısraların döl yatağında”
“yine de yenilendi bütün yeminlerim direndim”
“bir o kadar da isyankâr ağıtları sürme diye sahiplenmişti gözlerim”


Şairin Yalanları, Susmak ve Biçim Üzerine Birkaç Söz

Yalnızlığı, aşkı, yarayı, kadını, hakkı, aynayı, zamanı ve elbet susmayı, imrenilecek sözcük dağarcığıyla çeşitli hallerde sunuyor Arzu Eşbah. Zarafetten midir uzak duruştan mı bilinmez, sevgiliye hitabın “siz” şeklinde olması da dikkat çekiyor. Bu cümleler senfonisinde insanın kendinden birçok parça bulması durumu ise, tamamıyla şairin maharetinden kaynaklanıyor. Yarası olan avuntuyu buluyor, nehirleri özleyen su kavisleriyle karşılaşıyor ve yalanlara ihtiyacı olana yalanlar fısıldanıyor. İşte bu minvalde birkaç dize “ah’ın halleri” nden ses ediyor:

“hatırlayamadığım kadar uzun zamandır düşünmüyorum seni.
unuttum. tıpkı istanbul’u ya da nefesimi sende unuttuğum gibi”

“her sabah sokak kapısında beni öptüğün de gelmiyor aklıma
merdivenleri seninle inmiyorum tutmuyorum her basamakta elini”

“sesinin buğulu tınısı da gelmiyor aklıma ne de böğürtlen kokusu”

Ve tam da burada buruk bir tebessümle iç sesimiz konuşuyor: “şair yalan söylüyor!”

Hem kısa hem de yormayan uzun şiirler yazma yetkinliğine sahip olan Eşbah’ın tüm şiirleri, hangi notanın hangi heceyle raks edeceğine önceden karar verilmiş muazzam bir müzikaliteye sahip. Bazı şiirlerdeki parantezlerin yoğunluğu okurun ilgisini dağıtsa da; şiirlerin muhakkak bir “es” ile bitiyor olması ve ,

“büyür usunda harfler çığlık çığlığa
size kalsın aklanmayan vâveylâ”

“küsüyor şiir sesler susuyor
her gidişinde bu şehir
biraz daha ölüyor”

dizelerindeki gibi özenle dağıtılmış uyakların varlığı, şairin dilindeki şerbete hayranlık uyandırıyor.


Yara ve kadın kadar olmasa bile, “ses ve susmak” da Dilküşa’nın önemli imgelerinden. Kırgınlık sırtını öfkeye dayıyor bazı şiirlerde. Bu kez de önümüze bu dizeler çıkıyor:

“inan dile gelir susarsam kutsal kitaplardan bile kovulmayan şeytan”
“susarsan ölür içimdeki aldanan yaban”
“ayrılığın dudağındaki vakitsiz ölüm çığlıkları kadar sessizdim”
“sesi inkâr ediyorum! dönüyorum sırtımı yabancı sayıklamalara”
 “ve umarsızca susarak/ kendi karanlığına gömülüyor biraz daha”
“susuyorum elimde bir ünlemle”
“öptüğüm bütün seslerden vuruldum”

Garcia Lorca’nın “içiniz kor gibi yanarken susmak, acıların en beteridir” sözü, Dilküşa’nın kalbine giden yolu biraz daha aralıyor. Zaman ile harç edilmiş bir sessizliğin derin izleri duruyor kitabın yüzünde. Zaman ise, acı kahve tadında kendini gösteriyor dizelerde.

“işte o sırra soyundum/ zaman acıydı kahve de/ yine de kendimce avundum”
“ve zaman/ acımadan yaralıyor/ içimdeki münzevî kadını”
“kırıyor şimdi tam ortasından zaman sesi”
“dahası/akrebin yelkovana darıldığı/ hızır’ın gül dalına uğramadığı mevsimlerden”

“serencam” şiirinde ,“kahve tadında kapılarda kalakaldım” dizesindeki kapı da yine zamanı temsil ediyor.



Son Söz: Dilküşa’nın Kalbi

Her kitabın bir kalbi vardır. Öyle ki, şiirlerin ana atar ve toplardamarları buradan geçer. Dilküşa’nın anahtarı “kadın ve giz”, özeti “dilküşa” iken, kalbi ise “geçmiş zaman tabletleri” adlı şiirdir. Kalbin insan vücudundaki yeri nasıl ki sol tarafsa, sanki bu kurala biat edilir gibi, bu kitabın kalbinin de “dilküşa” ile “hıdırellez ve güller” şiirleri arasına yerleştirilmiş olması bir tesadüf değil. İtinayla işlenmiş bir kanaviçe gibi. “dilküşa” şiirinde “sırrı ifşa muteber değildir yâre semah eden nefsinde” diyen şair, “geçmiş zaman tabletleri” ne gelince “belki de korkuyordunuz içinizle yüzleşmekten” dizesi ile aslında sırrın bilinmek istediğini fısıldıyor usulca. Çünkü burası Dilküşa’nın kalbi ve kalp bunu gerektiriyor: “yâre ayan, ağyare giz” olmayı.

Kitap bahsedilmesi elzem olan çarpıcı dizeler içeriyor. Bu dizelerin hepsi kalbin damarlarından besleniyor.

“ben seni terk etmedim sevgilim. ölüm eskitti beni”
“ey kirpiklerimin gölgesinden esirgediğim temâdi. yorgunum”

 “bütün gidişlerin sonrası aynı/ bereketli bir sessizlik bildik bir sızı”

“gülün titreyen sesindeki parmak izleri de mi benim
gülü de mi ben incittim
heyhât! Azap yangını dilimde geçmişim”

“doğru; bütün deli düşleri ben kurdum suçluyum
çıktığım cümle basamaklardan kovuldum”

“sen gelmeden biz doğmadan ben ölmeden çok öncesiydi”

Son zamanlarda, kurulabilecek en cesur cümleleri ve yarayı tarifteki üstün mahareti içeren kitaplardan olan Dilküşa, adına “geçmiş zaman tabletleri” dediğimiz kalbine böyle son veriyor:

“ruhunuzu sınayacak aynalar bıraktıysam da sancılarınıza
hiç acımadım

merhamet tanrıya özgüydü anımsadım
ki bu son tablet;
ve ben sizi asla bağışlamadım”



Elif Nuray

Temrin, Ocak 2010









Related Posts with Thumbnails